22 Nisan 2014 Salı

ANDROİD UYGULAMAMIZ YAYINDA

FETHULLAH GÜLEN GERÇEKLERİ ADLİ UGULAMAMİZ YAYİNDA.HEMEN GOOGLE PLAYDEN NDİRİN.ŞAHİN YAZILIM TARAFİNDAN YAPILMIŞTIR.

Mısır darbesinde paralel yapı desteği!

TİKA'nın Kahire Temsilciliği'ni gözüne kestiren paralel yapının planı, Ankara'dan dönünce Cumhurbaşkanı Mursi'den medet umdu. Mursi, derin örgüte yüz vermeyince, Sisi'yle yakınlaşıp darbeye destek oldu.

Akşam'da yer alan habere göre; Türkiye'de ulusal güvenliği hedef alan girişimlerde bulunan paralel yapının, yurt dışında en iyi örgütlendiği ülkelerin başında gelen Mısır'da da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye yönelik ihanet planına destek verdiği ortaya çıktı. Paralel örgütün Kahire'deki kadrolarının, Mısır'da seçimle göreve gelen ilk Cumhurbaşkanı olan Mursi'yi askeri darbeyle deviren Genelkurmay Başkanı General Abdülfettah Said Hüseyin Halil el Sisi’yle darbe öncesi temas kurduğu belirlendi. Örgütün Mısır'daki okullarında görev yapan Batılı öğretmenler aracılığıyla kurduğu bağlantının, darbeden sonra da devam ettiği ve General Sisi'nin, darbenin ardından paralel yapının Kahire'deki imamlarını ziyaret ederek "teşekkür" ettiği öğrenildi.

DARBEDEN 1 HAFTA ÖNCE

Medyadan gizli gerçekleşen ziyarette Sisi'nin, mayıs sonunda gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı seçimi için de destek istediği, Pensilvanya'nın görüşü doğrultusunda söz verildiği belirtildi. İstihbarat birimlerine ulaşan bilgilerle de teyit edilen yakınlaşmanın, Mısır'da geçen yıl temmuzda gerçekleşen askeri darbeden birkaç hafta önce başladığı ifade edildi. Mursi'nin 2012 yılının haziran ayında seçimle cumhurbaşkanı olmasının ardından Kahire yönetimiyle ilişkilerini güçlendirmek isteyen paralel yapı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nın (TİKA) Afrika'daki en büyük ofisi olan Kahire Temsilciliği'ni ele geçirmek için plan yaptı.

TİKA İÇİN LOBİ VE KULİS

Türkiye'nin Mursi ile yakınlığından da faydalanan paralel kadrolar, Ankara ve Kahire'de eşzamanlı harekete geçerek TİKA temsilciliği için lobi ve kulis çalışması başlattı. Bu süreçte, paralel yapının Mısır ve Ankara'daki bazı imamlarının isimleri TİKA Temsilciliği için önerildi. Ancak Ankara, "Devlet kadroları TİKA'yı Kahire'de başarıyla temsil etmektedir" diyerek bu girişimin önünü kesti. Ankara'nın tavrını değiştirebilmek için Mursi üzerinden yeniden girişim başlatan paralel kadrolar, bundan da sonuç alamadı.

DARBENİN AYAK SESLERİ

Mursi'den bekledikleri desteği bulamayan derin örgüt, darbenin ayak sesleriyle birlikte Sisi’yle yakınlaşma kararı verdi. Son derece gizli yürütülen yeni plan, derin örgütün sınırlı sayıdaki kadrolarıyla paylaşıldı. Kurulacak temasın daha etkili olması ve paralel yapının batı tarafından desteklendiği imajının verilmesi için cemaatin Mısır'daki bazı okullarında görev yapan Batılı öğretim üyelerinden bazıları da heyete dahil edildi. Kapalı kapılar ardında gerçekleşen görüşmeden kısa süre sonra, takvimler 3 Temmuz 2013'ü gösterirken askeri darbe gerçekleşti ve milletin oyuyla göreve gelen Mursi, Genelkurmay Başkanı Sisi tarafından silahla devrildi ve tutuklandı. Darbe yönetiminin ülkeye hakim olmasının ardından, muhaliflere yönelik büyük bir kıyım başlatan Sisi, Mursi'nin devrilmesi sürecinde kendisine destek veren gruplara da teşekkür ziyaretleri başlattı. Sisi'nin, paralel yapının Kahire'deki üst düzey kadrolarını da medyaya duyurmadan ziyaret ederek teşekkür ettiği öğrenildi.

OKULLARA TAM DESTEK

Paralel yapı ile Sisi arasında darbeden kısa süre önce kurulan temas, darbenin ardından meyvelerini verdi. Derin örgütün Mısır'daki okul ve yatırımlarına, özellikle Türkiye'deki ihanet planının deşifre olmasının ardından Sisi yönetimi tarafından tam destek verildiği belirtiliyor. Paralel yapının, Mısır'da mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine destek konusunda da Sisi'ye beyanda bulunduğu ve bu yöndeki çalışmalara başladığı ifade edildi.

12 EYLÜL VE 28 ŞUBAT'A DA DESTEK

PARALEL yapı, Türkiye'de demokrasiyi askıya alan 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerine de destek veren açıklamalar yapmıştı. 12 Eylül'den bir ay sonra paralel yapı tarafından yayınlanan bir makalede "Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz" ifadesine yer verilmişti. 28 Şubat sonrası STV'de bir programa katılan paralel yapının başındaki kişi,  "Ülkemiz kriz içinde. Gücü temsil edenler krizi önlemelidir. Bu hükümeti değiştirin demek daha demokratik olur. Burada 'Askeriye muhtıra verdi' diye suçlanmak isteniyor. Bu mukavelede (28 Şubat MGK kararları) ele alınan tavsiye kararlarını bu açıdan şahsen muhtıra şekliyle algılanmasını teklif edemiyorum. Niçin askeriye muhtıra verdi diye suçlanıyor? Ben bunu yanlış buluyorum" demişti.  KAYNAK:timetürk

20 Nisan 2014 Pazar

PEYGAMBERİMİZİ KAMYONETE BİNDİRDİLER-STV

İSLAMA ZARAR VEREN GÜLEN ÖRGÜTÜNÜN PEYGAMBER EFENDİMİZEDE HAKARET ETMESİ BU YAPININ AMAÇLARININ NE OLDUĞUNU ORTAYA KOYDU.

MUSTAFA ŞAHİN-fgulengercekleri.blogspot.com

MUHAMMED'SİZ EZAN-PARALEL YAPI

BÜTÜN DİNLERİ KARIŞTIRIP YENİBİR DİN OLUŞTURMAYI AMAÇLAYAN FETULLAH GÜLEN CEMAATİ(TAVANI) SONUNDA BUNUDA YAPTI.EZANI 'EŞHEDÜ ENNE MUHAMMED ER RASULALLAH' KISMINI ÇIKARARAK OKUDULAR.ÜSTELİK KİLİSEDE.


FETULLAH GÜLEN:"Mavi Marmara'da ölenler şehit değil"

FETULLAH GÜLEN:"Mavi Marmara'da ölenler şehit değil"                                  fgulengercekleri.blogspot.com
"Mavi Marmara'da ölenler şehit değil"

"Mavi Marmara'da ölenler şehit değil"

  • yeni haber
Mavi Marmara saldırısından sonra; bir grup gazeteci Pensilvanya’ya giderek, Fetullah Gülen ile bir araya geldi. Buluşmada, Gülen’in, Mavi Marmara’da ölenlerin şehit olmadığını söylediği ortaya çıktı.
2010 yılında İsrail'in Gazze'ye insani yardım malzemesi götüren İHH'ya ait Mavi Marmara gemisine düzenlediği ve 9 kişinin hayatını kaybettiği baskın sonrası yaptığı, "İsrail'den izin alınmalıydı. İsrail'in onayı olmadan hareket etmek otoriteye başkaldırıdır " açıklamaları ile Müslümanların tepkisini toplayan Fetullah Gülen'in, konuya ilişkin çok dikkat çeken başka ifadeler de kullandığı ortaya çıktı. Gülen'in o dönem bazı gazetecilere, Mavi Marmara'da ölenlerin şehit sayılamayacağını dile getirmiş. Mavi Marmara saldırısından sonra; Cüneyt Özdemir, Serdar Turgut, Bejan Matur ve Ferhat Boratay'tan oluşan bir grup gazeteci Pensilvanya'ya giderek, Fetullah Gülen ile kahvaltıda bir araya geldi. Buluşmada, Mavi Marmara gemisine düzenlenen saldırı ve şehitler de gündeme geldi. Gazetecilerin soruları üzerineGülen'in, Mavi Marmara'da ölenlerin şehit olmadığını söylediği ortaya çıktı.


ŞEHİT DEĞİLLERMİŞ

Cüneyt Özdemir de kahvaltıda yaşananlar hakkında o dönem yaptığı ve yeterince gündeme gelmeyen açıklamada, Fetullah Gülen'in Mavi Marmara şehitlerine ilişkin, "Mavi Marmara gemisine binenler, 'Biz orada şehit olmaya gidiyoruz' demişler. Bu bile bile ölüme gitmektir. Bu şehitlik bile sayılmaz" dediğini söylemişti.


İSRAİL VATANDAŞI BİLE, "ONLAR ŞEHİT" DEMİŞTİ

Gülen şehitler için söz konusu ifadeleri kullanırken, 6 Kasım 2012 tarihinde İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde görülen 'Mavi Marmara Davası'na katılan İsrail eski vatandaşı Dror Feiler şunları söylemişti: "Bu mahkeme o kadar önemli ki, aslında burada şehit edilen 9 Türk vatandaşı sadece sizin şehitleriniz değil, onlar bizim de şehitlerimizdir. Onlar özgürlük için, dünyanın özgürlüğü için şehit olmuşlardır. Onlar dünyadaki bütün insanların, insan hakları için şehit olmuşlardır."


İHH: KİMSENİN HADDİNE DEĞİL

Fetullah Gülen'in sözlerini Akit'e değerlendiren İHH Ankara Yönetim Kurulu üyesi Hanefi Sinan, "Allah şehadeti, Allah yolunda malları ve canları ile bedel ödeyenlerdir' şeklinde tanımlamıştır. Allah yolunda savaşa, tebliğe veya sefere gidenler, canları veya malları ile bedel ödemeyi göze almışlardır. Mavi Marmara gemisi ile gidenlerde Allah yolunda Müslümanlara yardım için sefere çıkmıştır. Allah'ın hükmü bu kadar açıkken ve bütün İslam alimleri arkadaşlarımız için şehit derken, 'şehit değiller' demek ne hocaefendinin ne de başkasının haddinedir. Bu sözleri hocaefendi bir kesimi mutlu etmek için söylemiştir" diye konuştu. 

Kaynak: Yeni Akit

Paralel yapı'nın akademik üssü

Paralel yapı'nın akademik üssü

Başbakanlığa verilen rapora göre Dicle Üniversitesi paralel yapıya kadro yetiştirme üssü gibi çalışıyor. Burada toplanan öğretim üyeleri diğer üniversitelere dağıtılıyor
Diyarbakır Dicle Üniversitesi'nde uzun yıllar görev alan Prof. Dr. Mazhar Bağlı üniversiteyi, "paralel yapının akademik üslerinden biri" olarak tanımlarken Başbakanlığa gönderilen bir rapor da bu tanımlamayı doğruladı. Rapora göre; farklı şehirlerden öğretim üyeleri Dicle Üniversitesi kadrosunda toplanıp, paralel yapının amaçları doğrultusunda eğitildikten sonra Türkiye'nin dört bir yanındaki üniversitelere dağıtılıyor. Başbakanlığın yanı sıra raporun gönderildiği YÖK'ün de iddialar üzerine soruşturma başlattığı öğrenildi. Dicle Üniversitesi'nin 2008'de Ayşegül Jale Saraç'ın rektörlüğe atanmasıyla birlikte paralel yapının merkezi haline getirildiği ve kadro yetiştirme üssü gibi faaliyet gösterdiği belirtildi. Son 6 yılda üniversitedeki cemaat kadrolaşması hazırlanan bir raporla Başbakanlığa iletildi. 

AHTAPOT TARZI ÖRGÜTLENME... 

Raporda Gülen grubunun, resmi kurumlardaki tüm faaliyetlerini "hizmet hareketi" adı altında gizlemeye çalıştığı, "örümcek" ya da "ahtapot" tarzı örgütlenmeyi benimsediği bildirildi. Bu örgütlenme tarzının merkezinde yer alan Dicle Üniversitesi de, paralel yapıya kadro yetiştirme üssü gibi faaliyet gösteriyor. Rapora göre, Türkiye'nin her yerinden, her branş ve kadrodan öğretim görevlileri üniversitede toplanıyor. Bunlar, paralel yapının amaçları doğrultusunda eğitimden geçiriliyor, sonra da Türkiye'nin dört bir yanındaki üniversitelere gönderiliyor. Paralel örgüt içinde olmayı reddeden sol görüşlü, liberal ve ya laik Atatürkçü kimliğe sahip öğretim üyeleri tasfiye ediliyor, onların yerine yine kendilerine yakın kadrolar yerleştiriyor. Rapora göre paralel yapı bu yolla kendi yetiştirdiği kadroları tüm Türkiye'ye yayıyor. Bilimsel çalışmaların göz ardı edilerek tamamen paralel yapılanmaya yönelik kadrolaşan üniversitede adeta "doldur-boşalt" yöntemi uygulandığı, böylece yurt genelindeki üniversite ağına paralel öğretim üyeleri yerleştirildiği kaydedildi. 

YÖK DE SORUŞTURMA BAŞLATTI 
Üniversitedeki paralel yapılanmayla ilgili Başbakanlık, TBMM Dilekçe Komisyonu ile YÖK'e şikâyet başvuruları da yapıldı. YÖK ve TBMM Dilekçe Komisyonu araştırma başlattı. YÖK'ün özellikle Diyarbakırlı olmayıp Batı ve iç Anadolu bölgesinden Dicle Üniversitesi'ne getirilen öğretim görevlileriyle ilgili inceleme başlattığı, öğretim görevlilerinin maaşlarından 'hizmete hareketine bağış' adı altında yüzde 20'lik kesinti yapıldığı, Gülenci olmayan öğretim görevlilerine mobbing uygulandığı iddialarını mercek altına aldığı belirtildi. Raporda paralel yapıya bağlı öğretim görevlilerinin yaptıklarına da yer verildi: 
 İlahiyat Fakültesi'nde görevli bir Profesör, devletin imkânlarıyla akademik bir seminere katılmak üzere gittiği ABD'de, Pensilvanya'daki Fetullah Gülen'i ziyaret etti. Dönüşte başka bir üniversiteye bölüm başkanı olarak atandı. 
 Gülen'in hemşerisi Erzurumlu bir ilahiyat profesörü, paralel yapının üniversitedeki imamı olarak biliniyor. Üniversite imkânlarıyla Gülen'i de ziyaret etti. 
 Gülen grubunun Diyarbakır'da kurma hazırlığı içindeki özel üniversitesi için Dicle Üniversitesi'nin imkânları sunuldu 
 Rektörlük, üniversiteye kayıt yaptıran özellikle dar gelirli öğrencilerin isim listelerini Gülen grubuna verdi. Paralel yapı, bu öğrencilere tek tek ulaşıp, ev, kalacak yer, burs ve her türlü yardım sözü verdi. 
 Rektör Saraç'ın sağ kolu ve kara kutusu olduğu öne sürülen bir rektör yardımcısı, üniversitedeki atamalar, kadrolaşmalar, tayinler ve tüm idari yaptırımları tek elden kontrol ediyor. 

'10 YIL TANIKLIK ETTİM'Dicle Üniversitesi'nde uzun yıllar görev alan Prof. Dr. Mazhar Bağlı da Dicle Üniversitesi'ni "paralel yapının akademik üslerinden biri" olarak tanımladı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi'nde görev yapan Mazhar Bağlı, "10 yıl boyunca görev yaptığım üniversitede paralel yapının varlığını yakından gördüm. Ben kendi isteğimle Ankara'ya gittim. Bazı çevreler beni rektör ve yönetimin mağdur ettiğini iddia etmiş olabilir ancak bu doğru değil çünkü rektör beni mağdur edecek donamıma sahip değil" diye konuştu. AK Parti milletvekili Cuma İçten de üniversite yönetiminin, paralel yapılanmaya destek olup kaynak aktardığını öne sürmüştü. Gülen grubunda 25 yıl kalan Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Keleş de Rektör Saraç'ın, üniversiteyi Gülencilerin merkez üssüne çevirdiğini belirterek, "Dicle Üniversitesi paralel devletin Kandili'dir" demişti. 

USULSÜZ ATAMA İDDİASIÜniversite yönetimine ilişkin bir diğer iddia da Genel Sekreter Prof. Dr. Sabri Eyigün'ün, bu kadroya kanun dışı atandığı yönünde. 2547 sayılı yasaya bağlı olan çalışan öğretim üyeleri, üniversitelerde genel sekreterlik görevine atanamıyor. Sadece 657 sayılı devlet memurları kanununa bağlı çalışmayı tercih etmeleri halinde genel sekreter olabiliyorlar. Buna rağmen 2008'de Harran Üniversitesi'nden Diyarbakır'a genel sekreter olarak atanan Hacı Yılmaz, atamasından 1 gün sonra genel sekreter yardımcısı yapıldı. Genel sekreterliğe ise kadronun şartlarını taşımayan Prof. Dr. Sabri Eyigün atandı.

19 Nisan 2014 Cumartesi

FETULLAH GÜLEN GERÇEKLERİ


Kapusuz'dan TÜSİAD'a zehir zemberek sözler

Kapusuz'dan TÜSİAD'a zehir zemberek sözler

18.04.2014 20:11
11,503 kez okunmuş
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, ''Biz hür teşebbüsü destekleyen ve güçlü bir ekonomi için gerekli altyapıyı hazırlayan bir hükümet olarak, 'kimse bizi eleştirmemeli' demiyoruz. Elbette STK'lar hükümeti eleştirebilir ama bu eleştiriler ülke ve millet için yıkıcı değil, yapıcı olmalı'' ifadesini kullandı.
AK Parti'den yapılan açıklamada, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz'un Twitter'a yazdığı gündeme ilişkin değerlendirmelere yer verildi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ''Çıkın konuşun, hükümete tepki gösterin'' sözlerini hatırlatan Kapusuz, Kılıçdaroğlu'nun kendisi gibi düşünmeyen sendikalara ve sivil toplum örgütlerine tepki gösterdiğini savundu.
Kapusuz, Twitter'da şu görüşlere yer verdi:
''Anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu, CHP yandaşı bir sivil toplum oluşturmak istiyor. Farklı düşünen STK'ları direkt isim zikrederek yıpratmaya çalışıyor. Esasen Hükümetin doğru işlerini tasvip eden STK'ları hedefe koymasının nedeni de budur. Kendisinin beceremediği siyasi muhalefeti STK'lardan bekliyor. 'Ben beceremiyorum gelin bu işe bir el atın' demeye getiriyor.
TÜSİAD Başkanı dün şöyle bir cümle kurdu: 'Biz siyaset için siyaset yapmıyoruz'. Allah aşkına bu nasıl bir mantıktır? Güncel siyasi tartışmalarda muhalefet partisinin temsilcisi gibi konuşup Kılıçdaroğlu ile siyasi paslaşma yapacaksın sonra da 'ben siyaset için siyaset yapmıyorum' diyeceksin. Peki ne için siyaset yapıyorsunuz? Siz kimi kandırıyorsunuz? Bu millet bunu yutar mı? TÜSİAD'ın CHP'nin sözcüsü gibi davrandığını bilmeyen mi var? Bakın mesela bugün Kılıçdaroğlu yine bir çağrıda bulundu ve diğer STK'lara seslenerek "TÜSİAD'a sahip çıkın" dedi.
Yani TÜSİAD adeta CHP'nin yan kuruluşu gibi... Yine TÜSİAD yüksek istişare kurulu başkanı dün muhalefet genel başkanının ağzıyla konuşup hükümete birçok eleştiri yöneltti ama Türkiye'deki muhalefet boşluğuyla ilgili tek kelime söylemedi. Paralel yapının yaptıklarını ve bunun ekonomi üzerindeki olumsuz etkisini ağzına bile almadı.''
"ELEŞTİRİLER YIKICI DEĞİL, YAPICI OLMALI"
Kendilerinin hür teşebbüsü destekleyen ve güçlü bir ekonomi için gerekli altyapıyı hazırlayan bir hükümet olarak, "kimse bizi eleştirmemeli" demediklerini belirten Kapusuz, STK'ların elbette hükümeti eleştirebileceğini ama bu eleştirilerin ülke ve millet için ''yıkıcı'' değil, ''yapıcı'' olması gerektiğini bildirdi.
TÜSİAD'ın CHP ile işbirliği yaparak ''kayıt dışı siyaset'' yapmayı bırakması gerektiğini savunan Kapusuz, ''Zira siyasete çok meraklıysa CHP çatısı altında seçimlere girmeli. TÜSİAD gerçekten iş dünyasının temsilcisi olduğunu iddia ediyorsa iş dünyasının meseleleriyle ilgili yapıcı eleştirilerde bulunmalı, muhalefet partisinin sözcülüğünü bırakmalı'' ifadesini kullandı.
Kapusuz, şunları kaydetti:
''Yine bugün Kılıçdaroğlu 'Tabanlarının güvenmediği sendikalar ve sivil toplum kuruluşları kapanacaklar' diyerek korkutma ve yıldırma politikası izliyor. Yani örtülü bir şekilde STK'ları tehdit ediyor. Demokrasiden ve çoğulculuktan nasibini almamış Kılıçdaroğlu'nun sivil toplum kavramından anladığı şey CHP'ye yandaş STK'lardır. Zaten CHP'nin sivil topluma bakışı da 28 Şubat'ın 'Beşli Çete' perspektifidir.
Daha muhalefetteyken STK'lara neyi konuşacaklarını dikte eden ve kapatmakla tehdit eden bir CHP, iktidara gelirse sivil toplum kavramını askıya alır. 17 Aralık darbesini desteklemeyen STK'ları hedefe koyan Kılıçdaroğlu, bu STK'ları açık bir şekilde tehdit ediyor. Yandaş ve darbeci STK'lar oluşturmak istiyor.''
Kapusuz, Kılıçdaroğlu'nun dün ve bugünkü beyanatlarının ''siyasi gerginliği artırarak ve sivil toplum kuruluşlarının uzlaşı çağrısına tepki göstererek gerginliği artırmayı istediğini'' gösterdiğini ifade etti.

17 Nisan 2014 Perşembe

CHP'li Hamzaçebi'nin fıkrasına kimse gülmedi


CHP'li Hamzaçebi'nin fıkrasına kimse gülmedi

17.04.2014 16:54
466 kez okunmuş
CHP İstanbul milletvekili Akif Hamzaçebi Meclis konuşmasında anlattığı fıkrayla kimseyi güldüremedi
CHP milletvekili Akif Hamzaçebi MİT kanunu görüşmelerinde söz aldı. Konuşmasına fıkra anlatarak başladı. Napolyon'u önce Obama'ya misafir eden Çebi,  sonrasında Putin'e gönderdi. Son olarak Başbakan Erdoğan'a göndermeli bir diyalog anlatan Çebi'nin bu fıkrasına Meclis'te kimse gülmedi. Çebi'nin bu anları fıkrasına gülünmeyen adamı anımsattı.

4 kişiden Fethullah Gülen hakkında suç duyurusu

Fidel Okan, Fethullah Gülen hakkında, müvekkilleri hakkında yaptığı suç duyurusunda bulundu.


Okan, yaptığı yazılı açıklamada, Fethullah Gülen ve cemaati tarafından, müvekkilleri Yükselir, Prof.Dr. Hatemi, Hatemi ve Çakır'a yönelik kara propaganda, sindirme ve yıldırma operasyonlarının şiddetini artırması nedeniyle açıklama yapılmasının gerekli görüldüğünü kaydetti.

Gülen'in, müvekkillerine yönelik açtığı davalar ile yaptığı suç duyuruları hakkında bilgi veren Okan, kişilerin haklarının haleldar olduğunda hukuka başvurmalarının en tabii hak olduğuna dikkat çekti.

Okan, şunları kaydetti:

'Bu haklar tarafımızdan eleştiri konusu yapılmamaktadır ancak hiçbir hak, hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğurmaz. Basın suçlarına ilişkin soruşturmanın en çok 4 ay içinde sonuçlandırılması gerektiğinden yapılan her suç duyurusu için müvekkiller adliye adliye dolaşarak ifade vermek zorunda ve durumunda bırakılmaktadır. Kamuoyu tarafından iyi bilinmelidir ki müvekkillerime yönelik bu saldırılar, onları ilerledikleri yoldan asla döndürmeyeceği gibi, vekil edenler yürüttükleri mücadeleyi aynı kararlıkla sürdürmeye de devam edeceklerdir.'

Avukat Okan, Gülen tarafından yapılan tüm bu suç duyurularının bir hakkın kullanımından öte kişilerin baskı altına alınması gerekçesiyle yapılması, işlenmediğini bildiği suçlarla ilgili yetkili makamlara ihbar ve şikayette bulunması ve müvekkillerinin açık mağduriyetine neden olması nedeniyle iftira suçundan suç duyurusunda bulunacaklarını bildirdi.

14 Nisan 2014 Pazartesi

CEMAAT BİTİŞE DOĞRU GİDİYOR

Fetullah Gülen’in yıllarca en yakınında bulunarak cemaatin beyin takımında yer alan, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanlığı yapan yazarımız Latif Erdoğan, 17 Aralık operasyonunun uluslararası çapta olduğunu ve Fetullah Gülen grubunun burada taşeronluk yaptığını söyledi. Erdoğan, “Cemaat şu haliyle bitişe doğru gidiyor” dedi.



RÖPORTAJ: HÜSEYİN KULAOĞLU - 17 Aralıkın uluslararası çapta bir operasyon olduğunu ifade eden gazetemiz yazarı Latif Erdoğan ile Fetullah Gülen grubunu ve olayların gidişatını konuştuk. İşte Latif Erdoğan’ın sorularımıza verdiği cevaplar...
17 Aralık operasyonundan başlayalım. Bu operasyonu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
- 17 Aralık operasyonu uluslararası çapta bir operasyondur. Görülen haliyle hükümete ve devlete karşı yapılan bir darbe girişimidir. Dolayısıyla Cemaat burada taşeron olarak kullanılmıştır. Çünkü Cemaatin o yapıyı bütünüyle kaldırabilecek bir sistemi yoktu. Cemaat, uluslararası organizasyonda Türkiye ayağı olduğu için önemli bir parçadır.
Peki operasyonun öncesi var mı?
- Tabiî bu meseleler, Oslo görüşmelerine direkt müdahil olmak istemekle başlamıştır. Gezi olaylarında kısmen günyüzüne çıkmıştır ama diğer operasyonlarda artık iş netleşmiştir. Dolayısıyla Gezi olaylarında, Cemaat adına hiç yapılmaması gereken gelgitler, zikzaklar yaşanmıştır. Önce Gezi olaylarına sahip çıkılmıştır ama daha sonra biraz geri adım atılmıştır. Buradan da anlıyoruz ki, Cemaat demek ki Gezi olaylarında, Oslo görüşmelerinde, MİT krizinde doğrudan emredici güç değildir.
Oslo sürecinde Gülen grubunun tutumu nedir. Barış istemiyorlar mı?
- Tabiî ki barışı istemiyorlar. Şu anki durum da odur. Peki, neden barışı istemiyor? Çünkü İsrail istemiyor, ABD istemiyor, Avrupa Birliği istemiyor. Dolayısıyla oradan çıkan her kaos, her kargaşa onların işine geliyor. Zaten Türkiye üzerinde emeli olan bu insanlar; Güneydoğu’da senelerce kan dökülmesiyle beslenen insanlardır. Bunların bir gayesi, bir hesabı var. Ama hükümet çok ciddi ve ferasetli adımlar atarak, bu süreci güzel yöneltti. İşte kan durdu. Bunlar tabii ki dış güçleri rahatsız ediyor.
SEVGİYLE DEĞİL ZORAKİ BİR NİKÂH
10 senedir AK Parti ve Cemaat birlikte çalışırken şu anda böyle bir çatışmanın içine girmesinin sebebi neydi?
- Meseleye Cemaat açısından baktığımızda, Cemaat’in AK Parti ile beraber çalışması sevgiyle değil, zoraki bir nikâhtır. Cemaat, kendisini belli bir yere taşımak için AK Parti ile birlikte çalışmıştır. Bürokraside, askeriyede, emniyette, yargıda ulaşmak istediği hedefe varmak için mutlaka siyasi bir güce ihtiyaç vardı. Bunu iki türlü halledecekti. Ya kendisi siyasi bir parti kurarak o boşluğu dolduracaktı, ya da var olan siyasi yapıya yaslanacaktı. Cemaat, birincisini yapmak mümkün olmadığı için ikinciyi tercih etti.
‘GÜLEN MAKYAVELİSTTİR’
Peki, Fetullah Gülen geçmişte Kenan Evren’e ve Çevik Bir’e mektup yazmıştı. Buradan yola çıkılarak, her dönem belli bir güçle işbirliği yaptığını söyleyebilir miyiz?
- Tabii ki söyleyebiliriz. Hocaefendi bu alanda Makyavelisttir. Nerede menfaat varsa, hangi vesilelerle gayeye ulaşacaksa, onu kullanır ve kullanmıştır. Dün Kenan Evren’dir. Diğer gün Çevik Bir’dir; fark etmez. Bugün ABD, yarın Rusya, ertesi gün Çin, onun için fark etmez. Yani onun için gayeye, maksada ulaşmak için her yol mubahtır.
Burada takiyye konusu gündeme geliyor. Gülen grubu bu konuda takiyyeyi doğru mu kullanıyor; yoksa biraz cılkını mı çıkardı?
- Şimdi burada iki aşama var. Birinci aşamada buna “tedbir” deniliyordu. Karşınızda gayri İslâmî bir rejim varsa, bu yüzden o kurumlarda bulunmak için “tedbir” alarak kendinizi açığa çıkarmamanız lazım. Fakat daha sonraki süreçte AK Parti’den sonra böyle bir ihtiyaç artık yok. Dolayısıyla bu dönemde yapılan tedbir değildir. Cemaat kimliğini, takiyye ile gizlemektir. Diyelim ki bir insan emniyette ilerlemek için içki içmesi, eşinin açık olması veya namaz kılmaması bu ruhsata bağlanıyorsa, bu tamamen dine aykırıdır. Böyle bir fetva vermeye kimsenin hakkı ve salahiyeti yok. Allah’ın emrettiği şeyi kimse yasaklayamaz. Yasak ettiğini ise kimse emredemez.
‘SEN MÜÇTEHİT DEĞİLSİN Kİ NASIL İÇTİHAT EDİYORSUN’
Başını açma, namaz kılmama, içki içme gibi durumlar söz konusu oluyor. Cemaat burada kendine özel bir fıkıh mı geliştirdi?
- Buna özel bir fıkıh denemez. Fıkha aykırı bir tavır denir. Buna “inhiraf” denir. “Yüz dönmek” denir. “İrtidat” demiyorum. Çünkü o daha ağır bir kelime olur. Dolayısıyla bu ameli noktada bir “inhiraf”tır, bir sapmadır. İslam’da olmayan şeyi yapmak demektir. Dolayısıyla yapılanlar yanlış yapılmış demektir. Eğer bunlar doğru olsaydı, Cenab-ı Hak doğru istikamette götürürdü, demek ki yanlış. Fetullah Gülen bir fakih değildir. Fıkıh bilgisi vardır; fakat fakih değildir. Hele içtihat edecek bir durumda hiç değildir. Şimdi burada söz konusu hususlarda içtihat uygulanmıştır. Sen müçtehit değilsin ki nasıl içtihat ediyorsun? İçtihat edebilecek kriterlere sahip misin?!..
CİHAT ETTİKLERİNİ ZANNEDİYORLAR
Cemaat’teki kişilerin Fetullah Gülen’e bakışları nasıl? Gülen’i, Mehdi veya Hz. İsa olarak görüyorlar mı?
- Şimdi kişilere göre bakış açısı değişebilir ama Cemaatteki genel tablo “saygı duyulması gereken, emrine itaat edilmesi gereken bir şahsiyettir.” Ama üst tabakaya çıktıkça Hocaefendi’ye yakın olanlar, çerçeve daraldıkça mehdiyet izafesi de olabilir. Mesihiyet izafesi de olur. Burada da doğrudan kategorik bir anlamda anlatım zordur. Bu biraz da kişilere bağlı bir durumdur. Yapılan her şey dini duygu ve düşünce adına yapılmış oluyor. Hizmet adına yapılmış oluyor ve onlara bakarsanız bu da bir fedakârlık oluyor. Cihat ettiklerini zannediyorlar.
SONA YAKLAŞILIYOR
AK Parti’nin Cemaat ve küresel güçler tarafından bu kadar hedefe konulmasının sebebi nedir?
- AK Parti çok başarılı bir performans sergiledi ve Türkiye’yi başarılı noktalara taşıdı. Dolayısıyla burada rahatsız olan dış mihraklar meseleyi tahrif boyutunu Cemaati kullanarak yaptı.
Bu gidişatı nasıl görüyorsunuz?
- Şu anki gidişat Cemaatin tamamen aleyhinde, AK Parti’nin ve Hükümet’in lehinde gelişiyor. Görünen o ki; Fetullah Gülen artık son çırpınışlarını, son çarelerini ve elindeki son dinamikleri kullanmaya çalışıyor ama bunlardan da bir netice alamaz. Çünkü AK Parti Hükümeti, devlet ve milletle birlikte çok ciddi bir cephe oluştu. Bilhassa bu seçimlerdeki gördüğümüz o coşku, o bağlılık, o muhabbet, o sevgi bize bunu öğretmiş oluyor.
Cemaatte bir dağılma söz konusu olur mu? Kopma yaşanır mı ya da bitme?
- Şimdi bu Cemaat şu haliyle bitişe doğru gidiyor. Cemaat bölünebilseydi belki hayatiyetini devam ettirirdi ama bu bölünme gerçekleşmez. Gerçekleşmeyeceği için de bitiş kaçınılmazdır
BEDİÜZZAMAN MEDENİYETE GÜLEN DEVLETE TALİPTİR
Fetullah Gülen grubunun hedefi nedir? 17 Aralık operasyonuyla neyi hedefliyordu?
- Şimdi Cemaat dikey büyüme gerçekleştirdi ve devlete uzandı. 20 sene evvel kendilerine bu dikey büyüme böyle giderse devletle yüz yüze gelineceğini söyledim. Dolayısıyla o zaman, “Bu durumu nasıl izah edeceksiniz” dedim. Yani yatay büyüme şeklinde büyüme söz konusu olması gerekirken, Cemaat dikey büyümüştür. Burada da devlete toslamıştır. Arada bir siyasi parti olmadığından dolayı, devlet bürokrasisiyle olan ilişkiler illegal yollarla yürütülmüştür.
Eğer bir siyasi parti olsaydı, bu normal bakan ve bakanın altındaki birimler olurdu. Fakat bu yapılamamıştır. Yapılamadığı için de çok ciddi bir boşluk olmuştur. Bu boşluk bir süre AK Parti ile birlikte doldurulmaya çalışılmıştır. Fakat son hadiselerde tabii ki Hükümet bu tavrı koyunca da boşlukta kalmıştır. Dolayısıyla o dikey büyümeyle varılan noktalarda boşluğa düşmüştür. Bu açıktır. Hedef nedir? Hedef devletleşmektir. Burada da Bediüzzaman Hazretlerinin stratejisinden bir sapma vardır. O da nedir? Bediüzzaman Hazretleri medeniyete taliptir; Gülen ise devlete. Bu talip olma neticesinde toslanan nokta budur.
‘DÜNYA İLE BİRLİKTE İNZİVAYA GİRMİŞ’
Fetullah Gülenin telefon kayıtları yayınlandı. Gülen, Ugandadaki Petrol Rafinerisinden, Çindeki büyük işe kadar her şeye sahip ve Koç, Sabancı gibi birçok işadamıyla da ilişki içerisinde. ‘İnzivaya çekildi denilen Gülenin bu işlere girmesi doğru mu?
- Tabii eskiden beri Hocaefendi bunu yapar. Hocaefendi’nin inzivası; bir odaya dünyayı yanına alarak çekilmesi şeklinde gerçekleşmiş. Yani dünyayla birlikte inzivaya girmiş.
‘İRAN DÜŞMANLIĞI SİYASİ BAKIŞTAN GELİYOR’
Cemaatte İran düşmanlığı söz konusu... İrana karşı Amerika ve İsrail politikaları ile paralel politika izliyor. Bunun sebebi ne olabilir?
- Bunun iki sebebi olabilir. Birincisi; tarihten gelen bir düşmanlık söz konusu olabilir. Meseleye; Sünni-Alevi, Ehli Sünnet vel Cemaat ve Şii mantığıyla bakılabilir. Bu siyasi bir bakış olmaktan ziyade dini bir bakış olur. Bir de tamamen siyasi bir bakış söz konusudur. Şu anda Cemaatin İran düşmanlığı siyasi bakış nedeniyledir. Bu siyasi bakışın temelinde de, Amerika, İsrail ve Avrupa Birliği’nin İran’a karşı olması vardır.
Fetullah Gülen, Türkçü mü, milliyetçi mi?
- Değil demek ki... Eskiden biz de milliyetçi zannediyorduk ama milliyetçi olsa bu kadar küreselci olamazdı.
Cemaat sadece dinlemelerle mi yetindi, yoksa izleme olsun, özel yaşam olsun, mahremiyet olsun o konulara da uzandı mı?..
- İzleme var tabii. Dinleme izleme hepsi bir. Teknoloji geliştikçe o da gelişti. Eskiden sadece telefonlar dinleniyordu. Sonra bütün ortam dinlenmeye başlandı. Eskiden bir insanı görüntülemek kolay değildi. O teknik gelişti. Bu kadar insanın dinlenmesinin, izlenmesinin Cemaat’e hiç getirisi yok. Demek ki bu başka bir maksatla yapılmış. O maksat da uluslararası güçlere yardım ve yataklık etmekmiş...
Cemaat burada işbirlikçi mi oluyor?
- Tabiî ki, işbirlikçilikten de öte bir laf söylenmesi gerekirse, o da söylenebilir ama şu anda işbirlikçi lafından başka diyecek bir şey bilmediğim için öyle tarif ediyorum.
‘GENELDE İSLÂMÎ KESİM İLE DİYALOĞA GEÇİLMEDİ’
Cemaat, dinlerarası diyalog çalışmaları yapıyor. Peki, bu çalışma nasıl?
- Şimdi Hocaefendi’nin ilk günlerde yani 1971’li yıllarda doğrudan doğruya bütün Cemaatlerle iyi geçinme gibi bir düşüncesi vardı; fakat Cemaat güçlendikçe o çizgiden kaydı. Mesafeli durmaya çalıştı. Difüzyon olmamasına gayret gösterdi. Hatta Cemaat içinde başka bir cemaatin liderine muhabbetini de kaldıramaz oldu. Bu mesele daha sonra Bediüzzaman’a bile yansıtılarak, devre dışı bırakıldı. Dolayısıyla dışa olan yani başka dinlere olan diyalog çerçevesindeki faaliyetler bu tarafa ait İslâmî kesimlere hiç yapılmadı ya da sınırlı yapıldı. Sınırlı birkaç münferit kişilerle yapılmış görüşmeler olabilir. Bir iki ziyaret oldu ama genel manada mesafeli duruldu.KAYNAK:Yeni Akit Gazetesi

HÜKÜMET VE CEMAAT'İN ARASI NEDEN AÇILDI

1- Fethullah Gülen Amerika’ya yerleşmese idi dünyanın dört bir yanında okullar açılmayacaktı. Amerika buna müsaade etmezdi. Orta doğu’da Türkiye gibi bir müttefiki elde tutmanın yolu sadece Hükumet ile iyi ilişkiler kurmak anlamına gelmez, halkın sevdiği kanaat lideri olarak tanıdığı şahısları da kontrol etmekten geçiyordu. Amerika Türkiye’de bir kaç kanaat liderini kontrol altına alabildi. Daha fazla kanaat liderine nüfuz edemeyince kendisi kanaat liderleri ortaya çıkarmaya çalıştı (İskender Evrenosoğlu, A.O v.b) Kendi yarattıkları kanaat önderleri tek tek ellerinde patlayınca (kimi sapık çıktı, kimi kedi meraklısı) ellerinde kala kala Fethullah Gülen kalacağını anladılar bu yüzden Fethullah Gülen’i her anlamda desteklediler. Fark ettiyseniz Rusya (Putin ve Medvedev) ülkesinden önce sermaye baronlarını kovdu, sonra da Gülen okulları gibi tehlike arz edebilecek yapılanmalara yasak getirdi. Mesela Rusya’da Gülen Gurubu’nun okulları tek tek kapatılırken Süleymanlı Cemaati’nin yurtlarına hiç dokunulmadı. Bununla ilgili Rusya’dan Türkiye’ye özel bir ekibin gelip buradaki Suleymanlı Cemaati’ne ait yurtları tek tek gezdiğini ve bu cemaatin tamamen ıslah çalışması yaptığına kanaat getirip bunu rapor olarak Putin’e sunduğunu biliyor muydunuz? Aynı çalışmayı Gülen Okullarında da yaptılar ancak bu okullarda devletlere nufuz edebilmek adına insanlar yetiştirildiğini anladıkları zaman bütün okulları tek tek kapattılar. Diğer ülkeler de aynı şeyi yapacaklardı ancak Amerika buna müsade etmedi ve Gülen okullarının dünya çapında yayılmasına müsaade etti. Tek şartla ; O da Gülen’in Amerika’da kendi kontrolleri altında kalmasıydı.

2- Türkiye’de Atatürk’ün kurduğu Hükumet dahil hiç bir Hükumet  İngiltere’den onay almadan kurulmamıştır. İngiliz kraliyet ailesi Erdoğan’ında hükümeti kurabilmesi adına Amerika ve İsrail’e gerekli yetkileri vermiş ve Erdoğan’ı desteklemelerini emretmiştir. Bu durumda açıklanabilecek bir kaç sebep vardır. Birincisi ileride yapacaklarını düşündükleri Arap baharları için Orta doğuda gösterebilecekleri örnek pilot devlet (Arap baharları olmadan önce Hükumet kurulmuştu). İkincisi İsrail’in güvenliğini sağlayabilecek bir devlet. Üçüncüsü madden çökmüş olan Orta doğu’ya yeni bir nefes katacak devlet. Bunları sol partili biri başaramazdı. Çünkü sadece çalmakla yetinirdi, öyle de oldu. Milliyetçi yapamazdı, işi gücü halkı birbirine kışkırtmak olurdu, oysa Orta doğu İslam adı altında birliğe muhtaçtı, bunu Anap yapamazdı çünkü güçlü bir liderleri yoktu. Bunu yapabilecek tek kahraman Recep Tayyip Erdoğan’dı. İstanbul’u yeniden inşa eden adam olarak biliniyordu. Ve Erbakan gibi mükemmel bir şahsiyeti halkın ihmal edebilmesi için karşısına defolu da olsa mükemmel bir başka adam çıkarmak gerekirdi. Erdoğan da bunun için Amerika’ya gitti.

3- Erdoğan Amerika’da bazı görüşmeler ve anlaşmalar yaptı. Bunu kimse inkar edemez. Ama buna kimse devleti sattı da diyemez. Erdoğan akıllı adamdı. Bu ülkeyi o istese de istemese de Amerika’nın istediği birileri yönetecekti. En azından kendi kontrolünde bu yönetimin olması, bazı hürriyet ve özgürlükleri Türkiye’ye getirebilmesi, toplumun daha ferah yaşaması demekti. Bu yüzden Amerika’nın teklifini geri çevirmedi. Amerika kendi yaptığı planlar dahilinde Erdoğan’ı kullanacaktı. Böylece hem kanaat önderi Fethullah Gülen hem de Siyasi Lider Erdoğan avuçlarının arasında olacaktı. Ama onlar plan yaparken Erdoğan boş durmamıştı. Erdoğan onların kendisini kullandıklarını zannetmesini istemişti. Amerika Erdoğanı, Erdoğan’da Amerika’yı kullanacaktı. Bir yere kadar. Amerika Erdoğan’ın foyasını anlayana kadar Erdoğan istediği gücü elde etmiş olacak ve Amerika’ya kafa tutabilecekti. Erdoğan Rusya’yı aydınlığa kavuşturan Putin’i örnek alıyor, Erbakan’ın ona öğrettiği tarih derslerini tekrarlıyor, Davutoğlu gibi dış siyaset dehalarını yanı başından ayırmıyor, 28 şubattan aldığı Medya dersi ile bir yandan TV, Gazete ve Radyo kanallarında nüfuz oluşturmaya çalışıyor, Türkiye’de sözü geçen siyaset, din ve bilim adamlarını tek tek arkasına alıyor, Ordu’da yeni düzenlemeler yapıyor, üst üste yasalar çıkarıyor, polisi güçlendiriyor, yargıyı arkasına alıyor, her çevreden tekmil koca bir ordu hazırlıyordu. Erdoğan bütün bunları yaparken birine çok güvenmiş ve bütün bu guruplar içinde kadrolaşmasına müsaade etmişti. O kişi Fethullah Gülen’di.

4- Türkiye’nin ekonomik durumu her geçen gün daha iyiye giderken, sıfırlar paralardan atılıyor, yeni köprüler, yeni şehirler, yeni metrolar, yeni kanallar, yeni istihdamları beraberinde getiriyor, 140 lira olan asgari ücret 1000 TL oluyor, daha önce İstanbul’un Anadolu yakasında sadece Carreffour AVM varken, her ilçede 3′er 5′er AVM açılıyor ve her biri tavan cirolar yapıyor, altyapı iyileştirmeleri sonuca gidiyor, yollar dubleleşiyordu. Bütün bunlar olurken devletin kasası da doluyor, devlet faiz ödemeyi bırakıp borç vermeye kalkıyor, İran ile ticaret yapmak için uluslararası para akışını sağlayan SWIFT kodu kullanmıyor ve muazzam bir para akışı sağlanıyor, bu paranın miktarını ne ABD ne başka devletler öğrenemiyor, hepsi çıldırıyordu. Artık kasada yeterince para biriktiğine inanan ve bu parayı birilerinin yemesi gerektiğini düşünen bir Amerika vardı artık. Bu parayı yiyecek olan baronlar da hazırolda bekliyordu. Recep Tayyip Erdoğan Davos’ta İsrail devlet başkanını yerin dibine sokuyor, bütün ülkeler ağzı açık izliyor, Mavi Marmara’da sadece Türkler şehit verirken Türkiye bir anda İslam aleminin bilinçaltında küflenmiş olan Ümmet bilincinin merkezi oluyordu. Artık Amerika için hareket vaktiydi, daha fazla bekleyemezdi. Daha fazla güçlenmemeliydi Türkiye. Çünkü Başbakan yerli otomobilden bahsediyor, Uzaya uydular fırlatılıyor, kendi uçağımızı ve helikopterimizi üretmekten bahsediyor, Altay Tankı İsrail’in ve Almanya’nın üzerinde yıllarca çalıştığı tanklara taş çıkartıyor, silah ihracatımız silah ithalatına yaklaşacak kadar artıyor, Türkiye önü kesilemez bir dönemece giriyordu. Artık buna dur demeliydi. Tek eksik, yargı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın destekçileri karşısında cılız kalan medya gücüydü. Ne yapmalıydı?

5- Türkiye’deki bütün sermaye baronlarını, bütün medya gücünü, bütün hukukçuları, bütün üniversiteleri, bütün yargı birimlerini, bütün kanaat önderlerini, bütün muhalif partileri, bütün vakıfları, bütün dernekleri, LGBT gibi kenarda köşede lazım olur diye kurdukları bütün örgütleri tek yumruk haline getirip, Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmenin zamanı gelmişti. Bunun için bahane hazırdı. Gezi Parkında ağaç eylemi yapılacak, önceden ayarlanmış polisler aşırı güç kullanacaklar, toplum tepki gösteriyormuş gibi oraya toplanacak ve bir yıkıma start vereceklerdi. Ama hesaba katmadıkları bir şey oldu. İstihbarat teşkilatı mevcut emniyetten bağımsız bir şekilde çalışarak Gezi Parkı olaylarını tek tek deşifre etti, Hükumet’in destekçisi bazı medya organları ve yazarlar dakika dakika olanları yazdı ve en önemlisi milyonlarca insan Recep Tayyip Erdoğan’a DİK DUR EĞİLME BU MİLLET SENİNLE mesajı verdi. Bu mesajı ne CNN’in 24 saatlik gezi parkı canlı yayını, ne Financial Times’ın kötü ekonomi yalanları, ne BBC’nin ajan muhabirleri, ne de Almanya’dan gelen Otpor Örgütü uzmanları alt edemedi. Çünkü mesaj millettendi ve millet bütün güçlerin üstünde bir güçtü. Milletin gücü olmadan hükümeti devirmek ise kumda tuğla ile arabacılık oynamaya benzerdi.

6- Hükumet’i Gezi’de devirip yerine hem sağdan hem de soldan bir karışım yaparak ekip yerleştirmek isteyen Amerika bunu beceremeyince gizli silahını ortaya çıkarmaya karar verdi. Artık risk alma vakti gelmişti. Gezi’de oluşturdukları muazzam gücün Recep Tayyip Erdoğan’a işlememesi Amerika, İngiltere gibi dış güçleri daha fazla korkuttu. Kolunu kırdıklarını düşündükleri Türkiye’nin kafasını koparma vakti gelmişti. Bunu meydan savaşında beceremedikleri aşikardı. En iyisi brütüsçülük oynamaktı. En iyisi Recep Tayyip Erdoğan’ın beklemediği biri ile beklenmedik bir hamle üzerinden saldırmaktı. Harcayacakları kişi belliydi. Aslında elde kalan son kişiydi o. Bunu yaparak hem Fethullah Gülen’in gücünü zayıflatacaklardı hem de Recep Tayyip Erdoğan’ın. Yani dış güçler bir taşla iki kuş vuracaklardı.

7- Gezi olayları sonrası hemen kirli oyunlar oynanmaya başlandı. Hükumetin bakanları ve çocukları hedefe alındı. Takipler yapıldı. Görüşmeler kaydedildi. En önemlisi Devlet’in en büyük bankası olmaya aday Halkbankası da bu operasyonla beraber dibe çökecek, İran ile yapılan ticaret engellenecekti. Hakan Fidan’ın kellesini isteyen İsrail yerine piyon olarak cemaatin adamını koyacak, Türkiye’nin bütün istihbaratını eskiden olduğu gibi elinde tutacaktı. Operasyon Başbakan Erdoğan’a kadar uzanacak, Başbakan Erdoğan’ı istifa ettirir ettirmez içeri alacaklardı. Hedef büyüktü, gözler karaydı. Bütün emirler verilmiş. 17 Aralık gecesini ikinci bir lozan yapacaklardı. Cemaat yargı organlarında meşhur iki savcısını kullanacak, medya ayağında ise sahibi oldukları organlar haricinde eski operasyonlarda ismi bavullarla geçen iki tetikçisini kullanacaktı. Onlar da hazırdı. Onlar Askeri vesayeti ortadan kaldırmışlardı. Onlar yargı vesayetini ortadan kaldırmışlardı. Onlar eğitim vesayetini ortadan kaldırmışlardı. Onların önünde kimse duramamıştı. Başbakan da duramazdı. Hükümeti de devireceklerinden emin bir şekilde çıkmışlardı yola. Halbuki onlar bütün bu vesayetleri ortadan kaldırırken yanlarında Başbakan ve dolayısı ile millette vardı. Başbakanı ortadan kaldırırken bunu hesap edememişlerdi. Millet karşılarında dikilecek, boylarının ölçülerini alacaklardı. Bir savaşı kumandanın değil, ordunun kazandığını unutmuşlardı. Önceki savaşları kendilerinin kazandıklarını zannediyorlar ve bu sarhoşlukla operasyona başlıyorlardı.

8- 17 Aralık’ta operasyon başladı, bakan çocukları, vekil çocukları, iş adamları tek tek baskınlarla içeri alındı, sorgulandı. Sorgu başladığı ilk gün medyanın iki tetikçisi bir bir dökülmeye başladı, 7-8 ay önceki mesajları ortaya çıktı, operasyondan bu şahısları haberdar eden savcılar nasıl oluyor da üslerini veya yargı kurumlarını bilgilendirmiyordu, operasyonu bu şahıslara sızdıran emniyet müdürleri nasıl oluyor da operasyondan üslerini haberdar etmiyordu. Ortada bir kapan vardı ve bu kapanın üzeri Ananas bitkisi ile kamufle edilmişti. Kimse farkında değildi. Herkes Fethullah Gülen 4 metre kare bir odada sabahtan akşama kadar ibadet ediyor ve sadece ağlıyor diye inanmışken ortaya akıl almaz ses kayıtları çıkıyor ve cümle alem yeryüzüne gelmiş geçmiş en büyük CEO, GENEL MÜDÜR’ü yani Fethullah Gülen’i tanımaya başlıyordu.

9- Operasyon sekmişti, nokta atışı yapacağını zannedenler yanılmıştı, devlet kurumları ve özellikle istihbarat iyi çalışıyordu. Düşman 1 yıl içerisinde 2. tarihi yenilgisini almaya hazırlanıyordu. Onlar için bu  iki yenilgi bizim için ise bu iki zafer o kadar önemliydi ki Rusya Devlet Başkanı Putin “Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesini alkışlıyorum” diyordu. Bosna Hersek’ten, Malezya’dan, Filistin’den, Mısır’dan, Endonezya’dan, Pakistan’dan Müslümanlar gösteriler yapıp son kalenin ayakta kalmasını istiyorlardı. Evet Türkiye son kaleydi. Sermaye baronlarının at koşturmak için sabırsızlandığı, bankaları tekrar boşaltmak için can attığı, devlet kurumlarını iç etmek için ağızlarının sulandığı, ezanı susturmak, insanları yozlaştırmak, şeytana hizmet etmek için ter döktükleri son ülke burasıydı.

10 – Üçüncü Dünya Savaşı çıkmıştı. Kimsenin haberi yoktu. Bangladeş’te Müslümanlar sokakta öldürülüyor. Myanmar’da Budistler camii ve Müslüman mahalleleri basıp masumları diri diri yakıyor, Filistin’de duvarlar örülüp Müslümanlar açlığa terk ediliyor, Mısır’da darbe yapılıp sokak ortasında katliamlar yapılıyor, Irak’ta Şii ve Sünni bahanesi ile her gün onlarca bomba patlıyor, Suriye’de Esad rejimi Müslümanlara kan ağlatıyor, Doğu Türkistan’da Çin Halk Cumhuriyeti Müslümanları kısırlaştırıyor, Somali’de, Etiyopya’da çölün ortasında bile El Kaide denen ve ismini bile Amerikalılardan duyduğumuz bir örgüt hortluyor, Müslümanlar dünyanın her yerinde zulüm ve işkence altında eriyordu. Savaş olmayan, kazandığımız bir tek yer vardı. Müslümanları tekrar bir araya getirecek, İslamı tekrar diriltecek, yeniden bir dirilişe şahitlik edecek o topraklar Türkiye’ydi. Şeytanın ve uşaklarının tek amacı burada da fitne ateşini yakıp İslamı somut olarak tamamen ortadan kaldırmak, ortada güçlü bir İslam devleti bırakmamaktı. Evet Müslümanlar bunun farkında değildi ama 3. dünya savaşı çoktan başlamıştı.

11- Türkiyeyi de savaşın ortasına atmak isteyen, pasifize etmek isteyen dış güçler ellerinde son kozu olan cemaati kullanmaktan çekinmediler. Milletvekilleri istifa ettirdiler, bürokratları yasa dışı hareketlere teşvik ettiler, bazılarını tehdit ve şantajla taraflarına çekmek istediler. Bu yüzden belki Başbakan Haşhaşi benzetmesi yaptı. Belki bu yüzden bu benzetme cemaatin bu kadar zoruna gitti. Gitmeliydi. Çünkü doğruydu. Yanlış olsa gülüp geçeceklerdi. Öyle olmadı ve olmayacakta.

12- Hedef yerel seçimler değil genel seçimler, bundan sonra 1 yıl boyunca Akparti’de istifalar devam edecek, bazı bölgelerde patlaklar olacak, farklı savcılar, farklı soruşturmalar olacak, farklı ses kayıtları, farklı görüntüler çıkacak ortaya. Hedef 1 sene içerisinde genel seçimler yapılana dek Hükumeti yıpratmak olacak. Bu yarışın kaybedeni hem Akparti olacak hem Cemaat. Kazanan ise şakşakçılar. Yani eline cips ve kola alıp evlerinde mücadeleyi TV’den keyifle izleyenler. Bizim Gezi’de yapamadığımızı 1 gecede cemaat yaptı diyen zihniyet olacak kazanan.

13- Bilmem hatırlar mısınız? Bütün bunların farkındaymış gibi son genel seçimlerden sonra “Artık Gel Bitsin Bu Hasretlik” demişti Başbakan. Sizce bunların farkında değil miydi Başbakan? Fethullah Gülen Türkiye’de olsaydı ve CEO olmak yerine Hoca efendi olmayı tercih etseydi şu anda Türkiye’de durum çok farklı olurdu. Ama vazgeçemedi şirketlerinden. Amerika’da kalmayı tercih etti. Yani baronlarla el ele olmayı tercih etti. İsrail’i tercih etti. Mavi Marmara’ya ikinci defa küfür etmeyi, Başbakan’ın başrolde oynadığı Roma oyununda Brütüs olmayı tercih etti.

Bundan sonra ne mi olacak?

Her şey size bağlı. Ya Akparti de Cemaatte gücünü yavaş yavaş kaybedebilir. Erdoğan bir sonraki seçimlerde partinin başında durur ve davaya sahip çıkarsa Türkiye kaburgasından dışarı çıkabilir. Yani hayal ettiğimiz gibi bağımsız bir ülke olabiliriz ( Şu an bağımsız olduğumuzu düşünmüyorsunuz değil mi? ) Ancak Başbakan artık ben yokum derse bu ülkeyi taşıyacak başka kahramanların olmadığını belirtmek isterim. Maalesef savaş ince bir sanattır. Tecrübe, Bilek ve Yürek gerektirir. Biri eksik olursa, eninde sonunda kaybedersiniz.

Beddua ile yazıyı tamamlamanın bir anlamı yok. Bu ülkenin bir ferdi olarak dış güçlerin oyunlarını bozacak tek güç yine Millettir. Yani sağlam irade’dir. Lütfen İrademize sahip çıkalım. Tabi önce İradeli olmak kaydı ile. Hükumet ve Cemaat  kavgası diye başlık attık ama aslında başından beri demek istediğimiz tek şey bu kavganın Hükumet ve Cemaat arasında olmadığı. Bu kavga Türkiye ile dünyanın kavgası. Bu kavga Hak ile Batılın kavgası.